Makaleler > 2012 - Cinsel (cinsiyet) kimliğin engelleyici belirlenimleri Babanın örseleyici İlgisizliği Anne ile çözülmemiş Simbiöz.

Hastanın geliş nedeni

İştahsızlık, karamsarlık, kendini değersizlendirme, kendini aşağılama, kendini şiddetle suçlama, özkıyım düşünceleri, özkıyım denemesi, homoseksüel eğilimler, homoseksüel ilişkiler, durgunluk ve öforik dönemler arasında dalgalanmalar.


Yakınmaları (kendi diliyle)

Hasta (Odo diyelim) yakınmalarına iştahsızlık ve karamsarlığı ile başlıyor. Hemen ardından çarpıcı özsuçlamaları geliyor. Kendini küçük gördüğünü, beğenmediğini söylüyor. D&¨nyanın “en değersiz mahluğu”, “en değersiz yaratığı” imiş. Bir gün cehennemde yanacakmış. Özkıyım düşünceleri taşıyor, başarısız özkıyım girişimleri olmuş: Bir gece evin çatısına çıkmış, kendini boşluğa bırakmak için uzun süre beklemiş. Bir seferde camdan atlamayı, kendine iğne yaptırmayı düşünmüş. Bir başka seferde çatıda kendini asmak için ip hazırlamış. Halat vücudunu taşımaz diyerek tüpü açmış. Baygın halde iken annesinin hayali (sanki sesi) yanındaymış gibi yardım almasını telkin etmiş. Bu girişimden sonra psikiyatra gelmeye karar vermiş. Özsuçlamaları arasında, “Kuran-ı Kerim’de Lut kavmi vardır, Allah onları yerin yedi kat dibine sokmuştur, ben onlardan daha zararlıyım, cehenneme gitmekten korkuyorum” gibileri var. Cehennemde hesap vereceğini düşünüyor. “-Toplum sapkın kişilerden Allah’ın selamını dahi sakınır” derken homoseksuel eğilimlerine gönderme yapıyor. Konuşmasını “-ben konuşulacak, selam verilecek, Allah katında yeri olan bir kişi değilim” diyerek sürdürüyor. Özsuçlamalarının arkası kesilmiyor.


Yakınmaları uzun süredir taşıyor. Cinsel beraberliğin her çeşidinin (fellatio, anal seks,) denendiği dayıoğlu ile uzun süreli ilişkisi sonlandıktan sonra “karamsarlık, mutsuzluk ve yoğun yalnızlık duyguları” artmış.. (bknz Dipnot 1)


Aile öyküsü

Hasta babasını terapistine önce anlatmamış, saklamış. “Özel iş”, “ticaret yapıyor” diye geçiştirmiş. Babasından utanıyor. “Size her şeyi anlatmam gerekir” diyerek babasını terapistine sonradan şöyle anlatıyor;


Genelevde çalışırmış, oranın ortaklarından. Kadınları pazarlayan ve bunun ticaretini yapan bir kişi. Hastamızın annesiyle evlendiğinde zaten bir başkasıyla evliymiş. Evli olduğunu da saklamış. Anne aşiret reisinin kızı. Ve nişanlamışlar. Sonra aşiret reisi annenin babası (dede) babasının evli olduğunu öğreniyor. Dede aşireti çağırıyor. Babayı “sen bizi aldattın. karından boşanacaksın ve kızımla evleneceksin” diyerek tehdit ediyor. Bu tehdit altında babası karısından boşanıp hastamızın annesiyle evleniyor. Evliliğin ömrü iki üç yıldan fazla sürmemiş.


Baba birkaç yıl ailesiyle birlikte yaşadıktan sonra evle ilişkisini koparmış. İlişkiyi koparmadan önce de zaten evden gider ve uzun bir süre gelmezmiş. Dedenin ölümüyle, tehditler ortadan kalkınca, eski düzenine dönmüş. Eve gelmez olmuş. Hasta babasını tanımıyor. Araları iyi değil. Şu tümcesi belleğinde “--üniversite bitirdin ama adam olamadın, sokaktaki bilmem ne bile senden daha adamdır” . Anlatısında babanın kötülemesiyle kendisini daha şiddetli suçlamaları arasındaki benzerlik dikkat çekiyor.


Ablası da ilgisiz. Her şeyin kardeşinin elinde olduğunu ve hastamızın sorunlarını kendi başına çözebileceğine inanıyor. “-Senin elinde olan bir şey” diyor. Kendi istenci ile sorunlarını aşabileceği görüşünde. İlgisi bu kadar. Ne yaptığı, nasıl yaşadığı, soruları ablasını ilgilendirmiyor. “-ne kadar süredir böylesin ?”, “-ilişkin var mı?”, “-cinsel eğilimin oldu mu? gibi şeyler ablasıyla konuşulmamış. Belli ki hasta bunların konuşulmasını çok beklemiş.


Hastanın öyküsü; Anne ile aşılmamış simbiöz Babanın örseleyici yokluğu

27 yaşında, erkek, yalnız yaşıyor. Ablası bir televizyon kanalı md. Annesini iki yıl önce diyabetik komadan yitirmiş. Baba 80 yaşında. huzurevinde, birkaç ay önce ölmüş. İlkokul döneminden itibaren baba ile görüşmüyorlar. Hastamızla ilgilenmemiş. Anne ölene kadar abla ile birlikte yaşamışlar. Şu anda ayrılar. Anne, ikinci kez evlenmemiş. Babasının (aşiret reisi) ilkelerine ve eşinin ilgisizliğine karşı koyamamış. Annenin aşiret reisi babası “kuralları belirleyen” ve “yetke” bir kişi. Kocası “sorumsuz” ve “ailesine ilgisiz” . Hastamızın bir cinsel hissi yok, böylesi bir istek duymuyor. Sık sık evlerine gidip geleyim dediği arkadaşları yok. Akrabalarıyla da yakın değiller. Teyzeleriyle küsler. Annesi ölene kadar kendi kardeşleri ile konuşmamış. Kardeşler arasındaki bu uzaklık ve babanın yokluğu annenin oğlunu bir erkek (kocanın yerine) nesnesi olarak kullanması ve ona yapışmasının önemli bir nedenini oluşturuyor. Anne yalnız. Oğlundan başka sarılacak bir kimsesi yok. Bu konumda oğlunu sömürmemesi, şiddetli yakınsevi (insest) sorunlarına neden olmaması olanaksız. Annenin diyabet komasından gidişi kendisini nasıl ihmal ettiğinin ve bu ihmalindeki yıkıcı eğilimlerinin varlığını düşündürüyor.

Daha önce hiçbir işini tek başına yapmazken (anne ve abla hiçbir iş yapmasına izin vermiyorlar) annesi öldükten sonra her şeyi kendi yapıyor. ütü, bulaşık, yemek vs... arasında boğuluyor. Şofbene tüp alamadığı için soğuk suyla yıkanıyor, klimayı a&¸madan battaniyeyle ders çalışıyor, çoğu zaman tek öğün yiyor, etli yemekler hayal ederken boğazı düğümleniyor, kendisinden utanıyor.


Homoseksüel deneyimler Homoseksüel ilişkiler

Durgunluk dönemlerinde yeni bir ilişki özlemi ayaklanıyor. Cinsel istek ve dürtüleri kontrol edemeyeceği boyutlar kazanıyor. Kendini sokağa atıp ilk karşılaştığı ile beraber olmak istiyor. Yapmıyor. İlişkiler kapsamında öncelikli olarak annesinin dayısının oğluyla olanları anlatıyor. .
İlkokulda sekiz dokuz yaşlarındayken kendisinden beş yaş büyük dayıoğlu ile arkadaşlıkla başlayan ama cinselliğin her türünün denediği 6 yıl kadar süren bir ilişkisi var. Bu ilişkiler aklına geldikçe son derece sıkılıyor, camdan atlamayı ya da iğne yaptırmayı düşünüyor. Hastamız bir süre sonra dayıoğlunun yakınlığına bir sevgili gibi gereksinim duyuyor (bknz. Dipnot 2). Askerdeyken homoseksüel ilişkileri olmuyor..

Homoseksüel bir polisle tanışma. Polisin hastamıza koyduğu tanı. Supervizyon katılımcılarının izlenimleri. Anneyle simbiyotik beraberlik.


Hasta bir polisle tanışmasını anlatıyor; Polis memuru kendini kamerada tümüyle çıplak, tüm vücudunu gösteriyor. Adam evli. Hastamıza diyor ki; “--sen çok temiz çok iyi bir çocuksun, bu ortamlara layık değilsin. Sen farklısın, bizim gibi değilsin. O yüzden aramızda bir şey yaşanamaz” . Bu ortamlardan çekilmesi uyarısında bulunuyor. Odo şöyle düşünüyor ; Erkeklere yakınlaşmam, eğlenmem için, benim mutlu olmam için bir yoldu. Allahın bir emriyle bana gösterilmiş bir yoldu. Polisin söyledikleri de kendimi kontrol etmem için bir uyarıydı. Birkaç kişiyle daha görüşüyor. İçinde garip dürtüler duyumsuyor. Cinsel birliktelik, homoseksuel dürtüler yaşıyor. Ama yapmıyor. Hasta eğitim derneğimizde haftada bir toplanan psikoterapi eğitimindeki on adayın katıldığı supervizyon oturumunda tartışıldı ( bknz Dipnot 3);


Oturumda tiksinti duyguları ile ona yardım etme isteği hastayı dinleyen katılımcıların ortak uyaranları ve duyguları arasındaydı. Çoğunluk kendi ayakları üstünde duramayan küçük bir çocuk tasarımı geliştirmişti. Odo 9/10 yaşlarında bir oğlan çocuk gibi algılanmış, ona güçlü bir destek verme isteği duyumsanmıştı. Katılımcılar hastanın baba tarafından bırakılmışlığını yaşamış ve başka birinin desteğine şiddetle gereksinim duyduğu sonucunu çıkarmıştı. Cinselliğine sınır koyamayan, cinselliğini kontrol edemeyen bir kişi olmaktan çok, beklentileri çok şiddetli, erkek bedenini tanımayan, erkeksi eğilimleri gelişmemiş, erkek bedenine yabancı, kadın bedeninin etkisinde, feminen özellikleri içselleştirmiş bir kişi olarak değerlendirilmişti. Oturumda kadınları pazarlayan babaya kendisini bir kadın gibi sunma isteği algılandı ve bu isteğin homoseksüel ilişkilerinde etkili olduğu varsayıldı. Aynı eğilimler suçlanma kaynağı olarak görüldü. Kendini ve bedenini bir cezalandırma aracı gibi kullandığı düşünüldü. Aslında ne yapacağını bilemeyen, çaresiz, biseksüel eğilimlerini çözememiş, biseksüel evrede sıkışmış kalmış, sanki eksik “iyi baba”nın arayışları ve beklentileri içinde bir kişi olduğu görüşünde birleşildi. Kendisine yol gösterecek kişi arayışları baskın eğilimleri arasındaydı. “iyi baba” eksikliğini şiddetle duyumsuyordu. Eşeysel (seksüel) isteklerle sevgiyi, eşeysel isteklerle yakınlığı karıştıran biri olduğu da katılımcıların ilginç görüşleri arasındaydı. Anneden ayrışamamış. Anneden ayrışması için annenin deidealize edilemediği düşünüldü. (Dipnot. 4). Bedeni de kapsayan primer özdeşleşmeler anne ile yapılmış.

Hastanın hem ruhsal hem de bendensel alanda annesiyle simbiotik bir bütünleşmesi var. Anne ve oğulun ruhsal yapıları ile bedenleri birleşmiş gibi. O kadar ki oğul anneegemen (dişilegemen) kendilik duygusu yaşıyor. Kendisinden çok annesini duyumsuyor. Kendisine uzak, erkek özelliklerine yabancı, kendi bedeninden çok annesin dişil kimliğinin etkisinde. Ruhsal alanda annenin değerleri içselleştirilmiş. Ruhsal ve bedensel alanda annenin baskınlığı belirgin. Anne ile bu kaynaşma ona babanın ilgisizliğinin nedeni olduğu incinmeyi (örselenme) unutturuyor. Babaya yaklaşmasını ödipal sorunlarını yaşamasını ise engelliyor. Anneyi deidealize edip annesiyle oluşturduğu simbiyözden çıkması da zorlaşıyor bu nedenle. Hastamız duygusal gelişimi açısından ilkokul yaşındaki çaresiz çocuğun düzleminde kalmış. Bilişsel düzlemde ülküsel tasarımlarını ve ülküsel amaçlarını gerçekleştirecek çabalarını şiddetlendirmiş. Başarılı da olmuş. Çaresiz çocuk ile annenin dişil kimliğinin etkisi ise sürmüş. Onu genelde yönlendirmiş.


Burada acaba “iyi baba”yı arayışın sürgiti mi var? Yoksa “dedeyi mir arıyor?” soruları güncelleşiyor; Dede ile baba rekabet içinde. Dede olumluluğun, etik değerlerin, gücün, dediğini yaptıran yetke bir erkeğin simgesi. Babaysa sorumsuzluğun, ilgisizliğin, bırakıp gidenin. Terapistinin şu düşünesi ilginç; “--bir an bana küçük bir çocuk gibi geldi”, “--hani sokak köpekleri vardır, yemek verirsin beslersin”. “--Eve götüreyim yıkayım doyurayım”, dersin. “-İşte öyle bir şey”.


Odo ergen evresindeki kimlik gelişmesinden bildiğimiz baba ile dedeyi sentez edip kendi eril kimliğini bulma süreçlerini başlatamamış. Katılımcıların çağrışımları arasında onun homoseksüel deneyimleri önemli bir yer tutmasına karşın, homoseksüel bir tanının uzağında kalındı. Böylesi bir tanı konmak istenmiyor gibiydi. En az konuşulan konu da bu oldu. Çoğunluk polisin koyduğu bir tanıyı paylaşmış gibiydi.


Bireysel gelişim Ayrışma/bireyselleşme Sorunları

Hastanın cezelandırılma, günahkarlık, suçluluk ve utanma duyguları çok şiddetli boyutlarda. Bunlar hastanın yakınmalarını kendi diliyle antlısında somutlaşıyorlar. Özkıyım düşünceleri agresyonlarla yüklü bir kendilik imgesine işaret ediyor bir yönüyle. Özkıyım düşünceleri, kendi kendini suçlama, kendi kendini aşağılama, kendi kendini cezalandırma eğilimlerinin de yakınında. Sanki iç içe, yan yanalar. O kadar iç içe ki bunları birbirlerinden ayrıştırmak olanaksız. Kendini cezalandırma, aşağılama ve suçlama ise suçlayan, aşağılayan, cezalandıran, sadistik yok edici bir özne ile buna karşı koymayan, bunu hak ettiğine inanmış, yıkıcı değerlerle özdeşleşmiş bir nesnenin beraberliğine işaret eder. Aslında “suçlama, aşağılama, cezalandırma hatta yıkıma” uyumlu bir nesnenin beraberliğidir bu. Özne yani üstbenlik, ne denli acımasız ve yıkıcı ise nesne “kendilik” de, cezaları aşağılanmayı hatta yok edilmeyi hak etmiş bir görünüm sergiliyor. Buna karşı koyması yok, yani tüm bu yıkıcı yargılamalara uyumlu. Kişinin kendiliği, üstbenliğin nesnesi konumunda, olumsuzlarla özdeşleşmiş, olumsuzluklara yapışmış gibi. Olumsuzluk, değersizlik, cezayı hak ediş sanki kendiliğin çekirdeği, kendiliğin temel ruhsal yapısını oluşturuyor. Öte yandan annenin oğluna dayanak ya da yol gösterici işlevleri olmamış. Oğlunu doyurucu, yalnızlığını azaltıcı bir uzantısı olarak görmüş. Kogan (2007 s.34) böylesi durumlarda sağlıklı bir benliğin gelişemediği görüşünde. Bu benliğin iç ve dış evre ile bireyin kendi ve başka kişilerin ruhsallığını ayıramadığını yazıyor. Kendilik ile nesne tasarımları arsındaki ayrışma güçlüklerini de bunun bir sonucu olarak görüyor (Kogan 2007 s.40). B&¨ylece ayrışma/bireyselleşme süreçlerinin engellendiği kansında.


Baba ilgisizliği yanında yıkıcı bir kimse. Oğlunun kendinden ilerde olmasını bir yanıyla “adam olmasını “ kaldıramamış. Aslında hastada bu ilgisizliğin, babanın bu uzaklığının, değersizlik duygularını şiddetlendiren bir incinmeye, işlenememiş bir örselenmeye neden olduğu açık. Ayrıca baba ile renksiz amma yok edici, ilkel düzlemde bir rekabetin işaretlerini de görmek olası. Oğul babasının ilgisini hiç bir zaman çekmemiş. Dayıoğlunda ilk kez bir erkeğin yakın ilgisini yaşıyor. Homoseksüel bir yakınlık da olsa onun için bir yakınlık, en azından baba ile yaşadığı örselenmeyi unutturucu bir yakınlık. Belki de kadınları pazarlayan babaya kendisini bir kadın gibi sunma tasarımlarının (dileğinin) eyleme vurduğu alan, yakınlık özlemlerinin doyurulmağa çalışıldığı bir yer. Bu kapsamda dayıoğlu ile kurulan ilişkileri homoseksüel belirtiler olarak öne almak yerine onların yakınlık arayışlarının güdüsünde olduğunu unutmamak bize daha sağlıklı değerlendirme gibi görünüyor.


Ablası babası gibi ilgisiz, onun sorunlarına acılarına yabancı. Kardeşine yalnızlığını azaltacak, onarıcı bir sevgiyi verecek durumda değil, hastamıza destek verecek özellikleri yok.
Anne baba otoritesi ile kocasının sorumsuzluğu arasında silinmiş, bireyselliği olmayan bir kimse. İkisine de karşı koyamamış. Erkekler yaşamının belirleyicileri olmuşlar böylece. Babası ve kocası arasında kendi bireyselliğini, kendi kadınlığını yaşayamamış. Sıkı sıkıya oğluna sarılmış. (ilkokulda anne oğlunu her gün okula götürüp getiriyor, banyosunu kendi yaptırıyor, ev içi bir işe karışmasına, evden çıkıp oyun oynamasına izin vermiyor) abla ise tam tersi sanki erkek çocuk gibi her türlü özgürlüğe sahip. Hastanın üniversitede kız arkadaşı var ama cinsel anlamda paylaşım, eşeysel bir etkinlik olmamış. İlişkisi 2 yıl kadar sürmüş. Bir gün bu kız arkadaşı “bak sana kadınlar nelerden hoşlanırlar, nasıl uyarılırlar göstereyim diyerek soyunuyor, göğüslerini gösteriyor uyarma b&¨yle olur diyor. Hastamız bu olayda “içinde bir şey oluştuğunu” duyumsuyor. . “Cinsel uyarı oldu” diyor. “--Acaba bundan sonra ben kadınlara ilgi duyabilir miyim? diye de geçiriyor içinden. Bir erkeğin kadını olmak da istiyorum. Artık bıktım bu çileden, gibi yoğun çelişkili düşünceler geçiyor aklından. Örneğin geleceği ile ilgili planları arasında da “beni anlayacak bir eşim olsun”, “bir kız çocuğum olsun” gibi eril cinselliğe yönelik tasarımları, “üniversite ortamında çalışayım”, “bilimsel şeyler yapayım “ gibi ideal kendiliğe ait planları da var.

Suçlanma, utanma, çökkünlük dönemlerini keyiflenme, neşelenme, taşkınlık, öforik canlanma izliyor. Sonra suçlanma, utanma, çökkünlük yeniden daha şiddetle başlıyor. Hastanın yaşamında bu döngü aralıksız sürüyor.

Hastanın, dalgalı bir gidiş gösteren ilginç bir yaşamı var. (Dipnot 4) Bazen çok canlı ve istekli. Böylesi d&¨nemlerinde çok etkin ve yaratıcı. Seminerler düzenliyor., kitap yazıyor, kurslar açıyor. Basın yayın, halkla ilişkiler, maliye ve değişik meslek kümelerinden kişilere dersler veriyor. Para da kazanıyor. Sonra etkinliğinin tümüyle söndüğü, çökkünlüğün şiddetlendiği bir durgunluk dönemine giriyor. Aslında bu dönemler kursların bittiği ve çalışamadığı zamanlar. Odo bu inişli çıkışlı yaşamını sürdürüyor. Dalgalanmalara iki yaklaşım uygun görünüyor. Biri psikiyatrik bir yaklaşımla siklotimiyi araştırmak. Burada ilaç sağaltımı önceliktedir.


Biz klinik çalışmalarımızda dalgalı dönemler ile üstbenlik yapılanması arasında bağlantı kuruyoruz. Kliniklerde özellikle depressif yapılı hastalarda, haz alamayan, neş’elenemiyen , her şeyi kendine yasaklayan hastalarda, beklenmeyen neş’eli dönemler hatta öforik/hypomanik davranışların izlediğini gözlemledik. Gördük ki her şeyi yasaklayan cezalandırıcı üstbenliğin bir s&¨re her şeye izin veren, hatta keyif ve neş’eyi baskılamayı tümüyle ortadan kaldırdığı, bunlara t&¨müyle izin veren bir yapısı da var. Ayrıca gördük ki bu öforik/hypomanik kabarmış davranışlardan sonra hastalar daha derin bir durgunluğa, suçlamanın ve utanmanın, umutsuzluğun ve isteksizliğin daha da şiddetlendiği bir çökkünlüğe giriyorlar. Bu halleri biz yasaklayıcı hatta yıkıcı üstbenliğin bazen bir sistem doğrultusunda, sinsi bir amacı izleyerek, her şeye izin veren bir konuma girmesi olarak değerlendirdik. Bize göre hastaya soluklanmaya, neş’elenmeye izin vermesi daha çok suçlayabilme gibi gizil bir amacı taşıyordu. Hastayı daha çok aşağılama, umutsuzlandırma ve cezalandırması için bir tuzak gibiydi baskıyı ortadan kaldırması. Uzunlamasına (uzun süreli) gözlemlerde bu tür hastalarda suçlanma/ara verme/daha şiddetle suçlama evrelerinin birbirlerini izledikleri bir dizge belirginleşir. Yineleyen bu dizge bize varsayımımızın bir desteği olarak göründü. Odo’nun parasız d&¨nemlerde özkıyım düşünceleri ve karamsarlığı artıyor. Babasının hiçbir destek vermemesine olan öfkesi de şiddetleniyor. Bu &¨fkeden tüm olumsuz deneyimlere karşı babadan beklentilerin ve özlemlerin inatçı bir biçimde sürdüklerini düşünmemek olanaksızdır. Üstbenliğin suçlama, baskıyı azaltma, özkıyım düşüncelerine neden olacak kadar daha şiddetle yeniden suçlama döngüsü tüm dürtüleri kapsayabilir. Eşeysel (sexuel) isteklerinde aşırı kontrol ile kontrolü tümüyle gevşetme evreleri birbirlerini izleyebilirler. Sınırlı bir zaman abstinent kaldıktan sonra cezaya ve utanmaya götüren bir etkinlik somutlaşır bu durumlarda.


Odo bir süre sonra dayıoğlunu mutlu etmek istemiş, kendini onun kadını gibi, sevgilisi gibi görmüş. “--Onunla yaşamak güzeldi” diyor. “--Ona aittim, onun kadını gibi görüyordum kendimi”. “--bir erkek kimliğinde değildim”. İç evreninde belki babasına ait olma, babasına kendisini onun malıymış gibi sunarsa (başka kadınların ve annesinin yaptığı gibi) ona yaklaşabileceği özlemleri dayıoğluna aktarılmış gibiydi. Hastamız bu ilişkilerinde de sömürülüyor aslında. Annesiyle ilişkilerindeki gibi.


Deskriptif Tanı

Anne ile tam bir kaynaşma içinde. Aralarındaki symbiözü aşamamış bir kişi. Feminen özellikleri çok güçlü. Kendilik imgeleri agresyonlarla yüklü. Şiddetli günahkarlık, suçluluk duyguları cezalandırılma eğilimleri var. Bu çerçevede özkıyım düşünceleri, özkıyım girişimleri riski arttıran bir yer alıyorlar. Hastanın zaman zaman asketik dönemler geçirmesi (dürtülerini yadsıyarak onlarla baş etmeğe çalışması) başka deskriptif tanısal özellikleri arasında. Üstbenlik tamamlanamamış, bütünleşememiş. çelişkili, birbirlerinin zıddı değer ve ilkelere izin veren bir yapıda. Hastanın yaşadığı dalgalanmalara katkısı azımsanamayacak boyutlarda.


Dinamik tanı: Bireyselleşme Süreçleri Cinsiyet Kimliği

Hastanın “- ben dünyanın en aşağılık yaratığı” , “en aşağılık mahluğu” yum deyimleri çok olumsuz bir kendilik duygusunu ele veriyor. Olumsuzluklar aşağılanmanın da ötesinde yıkıcı boyuttalar. Deyimler gizlenemeyen kendine y&¨nelik bir düşmanlıkla da yüklü. Bu boyuttaki şiddet preödipal evredeki ilkel duyguların izlerini ele veriyor. Bütünleşmemiş, tamamlanamamış bir ruhsal yapıyı da düşündürüyor. Sanki hastanın bir yanı (üstbenllik) başka bir yanına (kendiliğe) yargılayıcı, aşağılayıcı, cezalandırıcı yıkıcı gözlerle bakıyor. Bu gören bakan ve yargılayan birim çok öfkeli. Hastayı yalnız değersizleştirmiyor, suçluyor ve cezaların en ağırını veriyor. Onu yıkmaya, yok etmeye de çalışıyor. Hastamızın ise bu olumsuzluklarla özdeşleşmiş, onlara karşı koymayan bir görüntüsü var. Gaz ile kendisini zehirlerken annenin hayali yanında ve ona sesleniyor. Bir kez daha anlaşılıyor ki anne imgeleri yaygın ve baskın. Kendilik imgeleri dağınık ve silik. Hastamız kendi sesini, yaşamayı isteyen yanını (eros) ele veren kendi sesini duymuyor. Yaşama isteği anne imgeleri aracılığı ile seslerini duyuruyorlar. Anne imgeleri aracılığı ile seslerini duyurmaları anne/çocuk arasındaki symbiozu işaret ediyor. Hastanın ciddi ayrışma sorunları var. Anneden ayrışmamış kendiliği bedeni de kapsıyor.


Bireylerin kendilerini yaşamaları yani kendilerini ayrışmış özerk birimler olarak algılamaları için her şeyden önce kendilik ve nesne imgelerinin birbirlerinden ayrışmış olması gerekiyor. Salman Akthar kimliğin bu ayrımlaşmış birimlerde yapılandığı kanısında. Hastamızın anne ile oluşturduğu ruhsal ve bedensel birleşme “primer özdeşleşmeler” ise nesne ve kendilik imgelerinin içiçeliklerine işaret ediyor. Bu iç içelikte baskın ve yaygın anne imgeleriyle dağınık ve güçsüz kendilik imgeleri ayrışmamışlar. Oğulun güçsüz ve dağınık imgesi annenin emosyonal doyumlarını doyurma işlevini de üstlenmiş. Bu kaynaşmada (fusion) her ikisi de bir erkek arayışı içinde. Anne daha çok seksüel doyumları ve yönlendirilmek için, oğul ise daha &¸ok sevgisel gereksinimlerini doyurmak için. Her ikisi de bir erkeğin eksikliğini duyumsuyor. Doyurucu nesnelerin seçiminde ise anna oğlunu, oğul da dayıoğlunu seçmiş. Her ikisinde de seçim yanlış. Yanlış nesne seçiminin ise fetişizmden madde bağımlılığı ve homoseksualiteye kadar yaygın bir yelpazede etkili olduğunu düşünüyor, yanlış nesne seçiminin, gerçek bir doyumu hi&¸bir zaman sağlayamadığı gerçeğini burada bir kez daha vurgulamak istiyorum. Aslında bağımlıların bağımlı olduğu nesneyi seçmesinin “alkoliğin alkolü” de gerçek bir doyum sağlamadığı biliniyor.


Dayıoğlu ilişkisini onu şiddetle suçlayarak, hastamızın kendisini ayarttığını söyleyerek, koparıyor. Evlendikten sonra da onu arayıp sormuyor. Geriye bir kez daha incinmiş, doyumsuz hastamız kalıyor. Odo’da yaşadıklarından boşluk ve acıyı anımsıyor. “cinselliğin bitmesi önemli değildi, sanki hiç sevilmemiştim. Bu daha çok acıtıyordu” diyor.


Örselenme nedenleri

Eğitim derneğimizde yalnızca “-benliğin birdenbire dışardan gelen ve kaldıramayacağı şiddette uyaranları” örselenme nedeni olarak görmüyoruz. İnsanın doğal gelişimsel gereksinimlerinin doyurulmamasını, hakları olan gelişimsel ortamın sağlanamamasının örseleyici etkilerine de inanıyoruz. Örneğin babanın ortada olmayışının ve annesi ile oluşturduğu özerkliğe ve sınır koymaya izin vermeyen kaynaşma, yani hastamızın annesinin tamamlayıcı bir parçası olarak işlev görmesi, sömürülmesi ve belki de tacize uğraması bireyselliğine hatta varoluşuna hiç bir yanıyla dikkat edilmemesini de örseleyici etmenler olarak değerlendiriyor, koruyucu babanın eksikliği yani sevgi, ilgi, desteğin yokluğunu örselenme süreçlerini daha da şiddetlendirdiğine inanıyoruz. Polis hastamızda homoseksüalitenin aleyhine bir tanı yapmış. Onu sömürmemiş. Sanıyoruz ki polis sevgi ile cinselliği karıştırmayan bir kişi, amacını iyi biliyor. O eşeysel tutkularının peşinde. Hastamızın yakınlık arayışlarını hemen sezmiş. Dayıoğlu ise hastamızı sömürmüş.


Kocası uzakta olan annelerin, kocası ile anlaşamayan annelerin, erkeklerle ilişkilerinde sorunları olan, kadın haklarını sindirememiş, özerkliği tanımamış annelerin, oğullarına kendinden bir parça, kendisinin bir malı gibi sarılması ve duygu sömürüs&¨nde bulunması ülkemizde sıklıkla rastlanan eğilimlerdendir. Oğul ile oluşturduğu bu alaşım (birim, simbi&¨z, fusion) bir yanı ile bireyselliğin ve kimlik yapılanmasının en büyük engelleri arasındadır. Chasseque-smirgel böylesi anne çocuklarının pervers ya da homoseksüel eğilimler geliştirdiğine işaret etmektedir. Bu alaşımın ise başka bir yanıyla insest sorunlarını şiddetlendirmemesi, aşırı suçlanmalara neden olmaması da olanaksızdır. Bu etmenlerin (fusion, sömürülme insest) anne/babaya yönelik agresyonları şiddetlendirmemesi de olanaksızdır. Odo’nun ise agresyonlarını kendine yöneltmesi dışında bir seçeneği yok. Taşıdığı aşırı suçluluk, günahkarlık duyguları, kendini cezalandırma eğilimler ve özkıyım girişimleri agresyonların kendine yönelik oluşunun somut kanıtlarıdır.


Ruhsallaşmasını şiddetle engelleyen olumsuz etmenlere karşın hastamızda kendini geliştiren olağan&¨stü bir çaba var. Zor şartlarda yaşamış. Her şeyini tırnağıyla kazıyarak elde etmiş. Üniversiteyi bitirebilmiş. Üstüne değişik eğitimler, kurslar almış. İnsan kaynaklarıyla ilgili yazdığı bir kitabı var. Kitap beğenilmiş, basılacak ve ders kitabı olarak kullanılacak. Görülüyor ki hasta o yalnızlığı ve terkedilmişliği içinde, ülküsel benliğine zihinsel alanda sarılarak kendisine çıkış yolları aramış. Yetileri (yaratıcılık, öğrenme) onun çok yardımcısı olmuş. Açıkçası onun kurtarıcısı olmuş. Ayrıca hasta biseksüel bir kişi gibi arada kalmış. Erkek miyim? kadın mıyım? ikilemini yaşıyor. Bunun daha derininde “ annemle birlikteliğimi çözeyim mi? “çözmeyeyim mi?” kararsızlığı da var. Burada oğlan çocuğa örnek olacak güçlü bir baba eksikliğinin önemi bir kez daha belirginleşiyor. Salman Akthar babanın çocuğun anneyle yeniden yakınlaşma ve birleşme evresinde önemini vurgular. Hastamız ise koruyucu, destek verici babanın, anne ile konacak sınır sorunlarında destekleyici babanın, kimliğini bulmasında örnek olacak güçlü bir babanın, değerlerini saptamasında yön verecek bir babanın, eksikliğini her zaman derinden duyumsamış.

Hastanın dede (aşiret reisi) ve babanın (kadınları pazarlayan) zıt değerlerini bireşim (sentez) zorlukları. Asketik durgunluk evreleri. Biseksüel evrenin ardılları. Cinsiyet kimliği sorunları.

Ododa disiplinli öğrenmek, kitap yazmak, kaliteli seminerler düzenlemek gibi ideal kendiliğin özelliklerine rastlıyoruz. Bunları babadan alması olanaksız. İlgisiz ve var olmayan babanın ona bu alanda yön veren bir özdeşim nesnesi olarak kullanıldığını da düşünmek olanaksız. Babanın anneyle zorla ve tehditle evlendirilmesi, genelev çalıştırması gibi karışık işlerle uğraşması, evden kaçışını da olumsuz değerler olarak, ilgisizliğin/sorumsuzluğun örnekleri olarak, içselleştirmemesi de olanaksız. Odo yasakların ve kuralların, etik değerlerin delinebileceğini herhalde babasından kapmış. Böylece homoseksüel eğilimlerine (biz bunlar arasında biseksüel evrenin ardıllarını da seçiyoruz) izin vermesi kolaylaşmış. Üstbenliğin öğrenmek, kitap yazmak, iyi bir eğitmen olmak, bilgili olmak gibi ülküsel değerleri içselleştirmiş yanı da var. Etik doğrulara kulak asmayan bir yanı da. Sanki dede ve babanın birbirlerine zıt değerleri içselleştirilmiş ama özümsenmemişler. Bir introject gibi özümsenmeden kalmışlar ve etkilerini sürd&¨rüyorlar.


Annesinin kaybıyla kendini yaşayan bir ölü gibi görmeye başlamasını da ayrışmamışlığın belirtisi olarak belirginleşiyor.
Odo “bir ailem olsun istiyorum” diyor. “--bir çocuğum olsun istiyorum”. ama gerçekte kararsız . Burada da bizim biseksüel evrenin ardıllarını görme yatkınlığımız depreşiyor. Ayrıca mahrumiyet içinde yaşadığı dönemler de var. Bir dönem her gün makarna yiyor. Hasta iş bulamadığı için mi mahrumiyet içinde orası biraz kuşku götürüyor. Çünkü hastanın bu yaşayış biçimi mazohitik/asketik eğilimlerin varlığını da düşündürüyor. A. Freud bu tür asketizmde dürtülerini bir savunma olarak yoksayıldığı gör&¨şündedir. Bunu biz bir yanımızla onaylıyoruz. Bir yanımızla¸¨¸¨¨ ¨¨¨da su&¸lama/ara verme/ daha şiddetle suçlama döngüsünü anımsamadan da edemiyoruz.
Ayrıca hasta baba ile de¨¨de (annenin baHomoseks¨¨br /bas/ppcedil;lama/ara verme/ daha şiddetle suı) arasındaki bir güç &&ced¨¨il;atışması i稨inde, sanki aralarında kalmış. Onların birbirlerine zıt ülkü¸sel değerleri arasında bocalamış. Birinde gelenek, doğruculuk aile kavramı, ilkeler töreler var. Birinde sorumsuzluk, kolay yitiş , genelev çalıştırma ( etik olmayan yollardan para kazanma), biri aşiret reisi biri genel ev sahibi. Değerleri zıt amma ikisi de başarılı.


Thyson bu zıt değerleri ya da anne babalarından dağınık doğruları içselleştiren hastalarda agressiv saldırgan bir üstbenliğin geliştiği görüşünde . Hastamız birbirlerine zıt, birbirlerinin karşıtı ilkeleri özümsemekte zorluklar çekmiş. Bunun izlerine bütünleşmemiş ütbenliğinde rastlıyoruz. Babanın yokluğu anne ile kaynaşmanın şiddetlenmesine neden olmuş. Hastamız anne ile oluşturduğu ilkel (pripmitiv) özdeşmelerden yani onunla oluşturduğu bütünden çıkamamış. Kogan (2007 s.40) primitiv özdeşleşmeleri ayrışma ve bireyselleşme s&¨reçlerin enelleri olarak görüyor. Odonun ise anneyi deidealise edecek yani onunla oluşturduğu yapışık bütünün (fusion) dışına çıkıp, erkek kimliğini bulacak gücü ve olanakları olmamış. Bu yönde babanın yardımı hiç gelmemiş. Babayı ülküleştirip onunla güçlü bir erkek örneği olarak özdeşleşememiş. En erken çocukluk dönemlerindeki kadınsal duygular ve kadın kimliği ağır basmışlar. Anneyle oluşturduğu hem ruhal hem de bedensel kaynaşmada annenin (kadın) kendilik imgesi egemen olmuş. Hasta anneegemen bir kendilik duygusu geliştirmiş. Erkek kimliği yönünde ne yaşantısı ne de çabası olmuş. Anne ile oluşturduğu o fusion içinde ödipal evreyi yaşayıp yaşamadığı belirsiz. Bu koşullarda onun mental yetileri başarıyı getirecek kadar gelişmişler. Emosyonel gelişimi ise bir çocuk düzeyinde kalmış. Burada hastamızın anneden emosyonal doyum sağlayacağına, annenin doyum kaynağı olması gibi bir çarpıklığı unutmamak gerekiyor.


Yardım edilmesi gerekli bir çocuk olduğu izlenimleri yetersiz, çaresiz, yaşama hakim olamayan, kocasını denetleyemeyen çaresiz anne ile primer özdeşleşmesini düşündür&¨yor. Primer özdeşleşmeler ruhsal ve bedensel bir yapışıklığa neden olacak boyutlarda. Yardım edilmesi gerektiği izlenimleri başka bir yanıyla bizi elinden tutulması gerekli çocuğa bağlıyor. Hastaya yol gösteren yardım eden kişiler çok (polis, kız arkadaşı. halk sağlığında öğretmenler. Terapist ile supervizyon oturumundaki katılımcıların baskın eğilimleri de o yöndeydi).


Sondeyiş

Ülkemizde bu hastaya “homoseksuel” tanısı koyacak psikiyatrist ya da terapistlerin çoğunlukta olduğunu düşünüyoruz. Öte yandan dinamik bir yaklaşımla bu tanının derinden irdelenmesi gereğine de inanıyoruz;


Hasta dayıoğlu ile yakınlaşmayı önce, sanki kendisi de istemiş. Cinsel yakınlıkta sevgiyi bulacağını sanmış. Bu nedenle kendisi ile çatışmaya girmiş. Kendi kendisinden tiksinmiş, kendini aşağılamış. Belirtildiği gibi tiksinme, aşağılanma, cezalandırma eğilimleri en şiddetli boyuttalar. Kendisini “--ben dünyanın en aşağılık mahluğu”, “en aşağılık yaratığıyım” diye tanımlıyor. “cüzamlıyım” diyor. Klinik deneyimler ilkel cezalandırıcı üstbenliğin bireylere önce yasakları delmesine ya da etik değerlere aldırmamasına izin verdiğini, ardından şiddetli suçlamaların geldiğini gösteriyor. Burada da üstbenliğin sanki sonradan suçlayabilsin diye sinsice izin verdiği düşüncesi, daha önce belirttiğimiz gibi, çok yakınımızdadır.
Dayıoğlu ile homoseksuel deneyimleri kendisinin yaptığı “kendisinin dünyanın en aşağılık mahluğu” olduğu kanısında. Bu “ kendim” dediği kişi gerçekte kim?


Babanın yakınlığını duyumsayamamış, babadan destek alamamış, babadan şiddetle örselenmiş, buna karşın iyi baba arayışını sürdüren oğul mu? Babanın eksikliği, yokluğu ya da yitiminin ayrışma/bireyselleşme sorunlarını daha çok şiddetlendirdiğini biliyoruz.
Hastanın kendim dediği kişi, anneden ayrışamamış ve annenin emosyonel doyumlarını sağlama görevini &¨stlenmiş, annenin bir uzantısı konumundaki oğul mu acaba? Biseksüel evre özelliklerini taşıyan, bu &¨zellikler arasında bocalayan kişi mi? Bütünleşmemiş “Cezalandırıcı/Bağışlayıcı” üstbenliğin baskısındaki ve acı çeken hastamız mı?


Yoksa bunların hepsimi. Aslında kendisi sandığı birisi gerçekten var mı?
Biz hastamızın bu kişiler arasında dolanıp durduğunu ve bu kararsızlığın ona terkedilmişlik, boşluk ve yalnızlık duygularını yaşattığını düşünüyoruz. Suçlanma ve aşağılanman acılarını da vererek. Kanımızca aynı nedenler cinsel kimliğin yapılanmasını ve bu yolla bireysel kimliğin kazanılmasını da engelliyorlar. Biz burada ayrışma/bireyselleşme süreçlerindeki sorunları bireysel kimlik yapılanmasının önemli engelleri olarak görüyoruz.


Not 1. bir gün misafirlikteyken dayıoğlu onu çatıya çıkarıyor. Ona sarılıyor. Öpüyor. Hastamız istemiyor dayıoğlu nasılsa akrabayız yakınlaşabiliriz diyor. Daha ileri gitmiyor, konu orada kapanıyor. Daha sonra dayıoğlu onu ziyaret ediyor okul çıkışlarında onu bekliyor. Ona armağanlar alıyor. B&¨ylece hastamızı bu ilişkiyi arama heyecanı sarıyor. Başka bir misafirlikte gene çatıya çıkılıyor ve dayıoğlu onu oral sekse zorluyor. Hastamız tiksiniyor. Kusuyor ama bir şey söylemiyor. Tekrar annelerinin yanına gelip oturuyorlar birşey olmamış gibi. tüm bunları hastamız parça parça anlatıyor. bu böyle uzunca sürüyor. Bu arada anal seks ortaya çıkıyor. Bir süre sonrada aşk ilişkileri başlıyor. Lise dönemlerinde dayıoğlu başka bir yere çalışmaya gittiğinde ya da hastamıza yüz vermediğinde kabus gibi sıkıntılı gergin dönemler yaşıyor. Sonra askere gidiyor. Askerdeyekn homoseksüel ilişkileri olmuyor.

Not 2. Gurup supervizyonları hastanın dinamiğini, dürtüsel temel çatışmalarıyla yapısal sorunlarını anlamayı kolaylaştırıcı bir ortamdır. Çünkü hastanın dinamiği gurup dinamiğini etkiler, onu belirler. Etkinleşen bu dinamik içinde katılımcıların her biri hastanın kendine yakın sorunlarıyla bağlantılar kurar. Katılımcıların hasta ile o anda kurdukları ilişkilerde yaşadıkları, etkinleşen uyaranları ve tasarımları bu dinamiğin etkisindedir. Bu nedenle oturumda hasta ile ilgili çağrışımlar tanısal bulgulardır aynı zamanda.

Not 3. Thyson kimlik oluşumunun eril ve dişilerde eğişik yol izlediği g&¨rüşünde. Kızların aksine oğlanların anneden ayrışırken onu önce deidealize etmeleri gereğine inanıyor.

Not 4. Bu dalgalanmaları psikiyatrist bir değerlendirme ile gizil siklotimik bir hastalığın belirtisi olarak görmek ve bunu araştırmak sağaltımı ona göre düzenlemek elbette ki gereklidir.
Biz bazı hastaların nörotik dinamik nedenler etkisine de böylesi dalgalanmalar gösterdiğini belirtmek isteriz. Öncelikle üstbenliğin bütünleşemediği, haz ve cezaya, umut ve umutsuzluğa, çökkünlük ve taşkınlığa izin veren bölümlerini sentez edemediği durumlarda böylesi dalgalanmalar izleniyor. Bunların özel bir türüne burada işaret etmek isteriz. Amma önce üstbenliğin örtük yaklaşımlarına, gizil manevralarına ve sinsi davranışlarına işaret etmeliyiz. Örneğin şiddetli cezalandırıcı üstbenlik bizde bağışlayıcı hoşgörülü yanını sinsi bir amaçla birleştirdiği düşüncesi uyandırıyor. Yakınan, çökkün, umutsuz,eziyet çeken hasta bazen somut bir nedeni saptanamayan bir keyiflenme, hazlanma hatta taşkınlık dönenme giriyor. Hastalar eforik davranışlar gösteriyor, taşkın duygular yaşıyorlar.

Beklenmeyen bir taşkınlık, şaşırtan bir keyiflenme gösteriyorlar. Bunun ardından daha önce yaşanılan ç&¨kkünlüğün ve suçlanmanın ya da eziyetin daha da şiddetle yeniden ortaya çıkıyor. Klinik çalışmalarımızda biz bu dalgalanmada üstbenliğin etkisini düşünmüşüzdür çoğu kez. Sanki üstbenlik bu tür hastalara onları daha şiddetle cezalandırmak için bir mola veriyor, hastanın keyiflenmesine ses çıkarmıyor. Bu tür yaklaşımını ise biz çoğu kez sinsi bir tuzak gibi değerlendirmişizdir.


Üstbenliğin bu kurnazlık içeren dizgesini sinsiliğini OKB hastalarının gurup uygulamalarında çok izleriz. Bu kişilerin kontrol eğilimleri şiddetli olanları gurup oturumlarında fazla konuşmazlar, açık vermeyeyim kaygısı onları bu suskunluğa iter. Susarken de güçlü bir eleştirel gözlemci rolündedir. Bu amacı açık arayan bir yaklaşımıdır; gözlerler ve uzun zaman aylarca susarlar. Ne zamandaki bir eksik bulurlar, bir yanlış saptarlar, etkinleşir/canlanır ve en ağır (saldırı biçimindeki) eleştirilerini sıralarlar. Bunlar genellikle terapitlere yönelik sıfırlayıcı, yıkıcı eleştirilerdir.

not 5. Kernberg değişik homoseksuel dinamiği taşıyan üç erkek tipi betimler. Genital ve ödipal etmenlerin öncelikte olduğu erkekler birinci tiptir. Bu tiplerde homoseksuel ilişki aynı cinsten ebeveyne karşı bir seksusel teslimiyettir, bir kendini veriş, bir baş eğerek yaklaşmadır. kendini verici ve baş eğici, teslimiyet ağırlıklı bu ilişki aslında ödipal bir rekabetten savunma amaçlıdır. Kernberg bu kişilerin nörotik tip homoseksuelleri oluşturdukları ve ruhçözümsel sağaltımda en iyi prognozu gösterdikleri kanısında. .


İkinci tip homoseksuel erkeklerde daha ağır bir psikopatoloji söz konusudur. Bu kişilere anne ile çatışmalı bir özdeşime ilkel kendiliğin simgeleri olarak homoseksuel nesneler eşlik ederler. Bu tipler Freud’un (1914) narsistik nesne seçimi betimlemesine uyan kişilerdir. Burada homoseksel arkadaşa (nesnelere) “narsisistik bir yatırım” söz konusudur. yani homoseksuel nesne kendiliği simgeler ve kendiliğe benzer. Ne denli narsisistik olursa olsun bu tür nesne seçiminde homoeseksuel bağların simgelendiği bir anne çocuk ilişkisi söz konusudur. Bu olgularda prognos birinci tiplere göre daha olumsuzdur. Çünkü bu kişilerde pregenital sorunlar ağırlıktadır ve ikinci tip homoseksuel ilişkiler karakter bozukluklarında daha çok rastlanır.


Üçüncü tip homoseksuel ilişkilerde homoseksuel arkadaş (nesne) büyüklenmiş kendiliğin bir uzantısı olarak sevilir. Burada selfin bir nesne ile ilişkisi yerine selften (patolojik büyüklemiş) selfe bir bağlantı söz konusudur. Bu tip homseksuealitet narsisistik kişilerde rastlanır ve prognozu en olumsuz olanıdır.
 

Kaynaklar

İlany Kogan (2007) Fluchtvor dem Selbstsein. Clett-Cotta
PhyllisThyson, Robert L.Thyson (1990) Lehrbuch der psıchoanalytischen
Entwicklungspsychologie.
Yeşim erim (2009) Klinisch interkulturelle psychotherapie. verlag w. kohlhammmer.
 

Dr. Esin Erdoğan       Dr. Celal Odağ

 

 

 

¨¨

br /