Makaleler > 2012 - Ergenlerde Sevi Özsevi

Giriş


Kernberg dikkatin “benlik”, “üstbenlik”, “kendilik” gibi ruhsal birimler ile nesne ilişkilerine çevrilmesini “yapısal yaklaşım” diye tanımlıyor. Yapısal bir yaklaşımla “ kendilik” ve “nesne ilişkileri”ni araştırmanın ergenlerde “narsisitik nevroz” tanısı koymayı kolaylaştırdığı görüşünde.
Eşi Paulina Kernberg ise , çocuklarda “narsisistik kişilik bozukluklarını ” DSM-IV deki erişkinlerin narsistik nevroz belirtilerini kullanarak betimler.
Eğitim birimimizde ise Kernberg çiftinin tanısal yaklaşımlaında çocuk ve ergen evresi baskın özelliklerini ihmal ettikleri düşünülmektedir. Bu ihmal çocuk ile ergenlerde narsistik nevroz tanısını koymayı çok zorlaştırır. Çalışma çiftin görüşlerini irdeleme amacını taşıyor.

Kernbeg’in Antalya’daki seminerinden konuşulduğu bir zamanda benim böylesi bir konuyla gelmem soru işaretleri uyandırabilir. Siz dinleyicilerinse Buca‘da ciddi şeyler oluyor” deme hevesimi anlayışla karşılayacağınızı umuyorum. Aslında bu hevesim ergen kimliğim)den geliyor. Aşırılığı bundandır. Arada bir yerine getiririm böylesi heveslerini . O da bundan memnun olur. İyi geçiniriz ergen kimliğimle anlayacağınız.

Leyla hanım bu hevesimi bilirdi, bu hevesimi anlayışla karşılardı. O Buca’daki çalışmalarımı iyi anlamış, bize bu anlayışı ile çok destek vermiştir.



Kernberg dikkatin ergenin;

1. Suçlanabilme ve eşduyum yapabilme, arkadaşları, öğretmenleri ve yakınları ile sürekli ve sömürücü olmayan ilişkiler kurabilme yetilerine
2. Kişileri gerçekçi değerlendirebilme, büyüklenme, değersizlendirme eğilimlerine
3. Asosyal ya da sexuel davranışlarına;

yönelmesini yapısal tanı koymanın önemli öğelerinden sayar ( Kernbrg ….. s.95/97).


Buca’da Kernberg’in “kendilik” ve “nesne ilişkilerini” de öne alan “yapısal tanı” kavramından çok yararlanılmaktadır. Öğretisi şiddetli nevrozların tanısı ve sağaltımında en büyük yardımcılarımız arasındadır. Buna karşın
adolesan evresindeki ruhsal süreçlerin “hızlı değişimi”, “dürtülerin şiddetlenmesi”, “çoğul nedenli” oluşları gibi bizim önemsediğimiz özellikleri bu yapısal değerlendirmede yer bulamıyor. Oysa eksikliğini duyumsadığımız bu belirtiler evreye özgü, evreye damgasını vuran etmenlerin önemlileridir. Etmenler ergen ruhsallaşmasında (ruhsal yapılanmasında) etkili, ergen psikopatolojisinde söz sahibi, sağlıklı bir gelişim ile adolesan psikopatolojisinin baskın belirleyicileridir. Başka bir anlatımla, saydığımız süreçler ergen evresine özgü fırtınalı bir ruhsallaşmaya damgasını vurur, adolesan ruhsal hastalıklarını biçimlendirirler. Böylece ergen evresi ruhsal hastalıkları bu dönemin damgasını da taşırlar bir yanlarıyla. Varsayım bize, ergen evresi hastalığı erişkinin değil ergenin hastalığıdır ve dönemin bu baskın özellikleriyle değerlendirilmelidir, deme hakkını sağlamaktadır).



Ergenliğin baskın özellikleri. Narsistik belirtiler. Sağlıklı ve patolojik bulguları ayırma güçlüğü. Anxiete ve depresyondaki etmenlerin çoğul nedenliliği, eşzamanlılığı.

Ergenliğin, dürtü kabarmasının başat olduğu bir döngüde hızlı değişim ve yeniden yapılanma evresi olduğu yaygın bir görüştür.
Preödipal yapılanmaların sorgulanmasıyla ödipal sorunların öne geçmesi bir karışıklığı birlikte getirir. Bu karmaşada ergen, davranış ve görüntüsünü belirleyen dalgalanmalar içindedir; Bakarsınız bir çocuk gibi sıcaklık arayışlarındadır, yaklaşırsınız huysuzlanır, bizim uzaklaşma eğilimlerinize de izin vermez. Tutmayın giderim havasındadır. Gidemez. Ben yaparım bana karışmayın der, yapamaz. Bilge bir tavır i&¸indedir. Filozofik düşüncelerine erişkin davranışlarını katar, sevimli bir görünüm sergiler. Toplumsal değerler ya da kişilerle özdeşleşmelerindeki hızlılık ve özdeşleşilen nesnelerin süratli değişimi, saptadığınız bulguları bir süre sonra bulacağınız güvencesini vermez . “hızlı değişim” , “çoğulnedenlilik”, “eşzamanlılık” bunu engeller. Bir yandan da tüm dürtülerdeki şiddetlenme, evrenin göz ardı edilemeyecek başka başat özellikleri arasındadır.


Dürtü şiddetlenmesi Özsevi

Dürtü şiddetlenmesi sexuel ve motor etkinliklerde olduğu kadar özsevisel “narsisitik” tutkularda da kendisini belli etmekte ve yeniyetmeye “benmerkezci”, “bencil”, “şişinmiş”, “alıngan”, “ çabuk incinen” başkalarını “kolay yücelten”, “kolay değersizlendiren” bir görünüm vermektedir. Belirtilere çıkarcılık ve sömürünün katılmasıyla “ narsistik nevroz”u andıran bir tablo sergilenebilir . Bu özellikleriyle olağan ve olması gerekli ergen kabarmasını narsistik nevroz belirtilerinden ayırmak zorlaşır. Böylesi durumlarda kendiliğe ya da nesne ilişkilerine dikkat edilmesinin pek yararı olmuyor. Çünkü kendilik ve nesne ilişkileri, döneme özgü etmenlerin etkisindedirler. Bu etki adolesan evresinde sağlıklı bir gelişimi patolojik olanından ayırmayı da zorlaştırır.


Dürtü şiddetlenmesi Sevgi

Evre, şiddetlenmiş narsisistik gereksinimler kadar artmış sevginin de etkisindedir. Bu nedenle yeniyetmelerde narsisitik nevrozlulara en çok benzedikleri, Sizi en çok eleştirdikleri, en çok aşağıladıkları, en çekilmez oldukları anlarda bile; Sizin için bir parçacık yer, bir parçacık sıcaklık kalır. Ne duygu dağarcığı sığlaşır, ne esprisi, ne yaratıcılığı, ne de eşduyumu narsistik nevrozdaki gibi yok denecek boyutlar kazanır.

Dürtülerin nesne ilişkileri kuramındaki yeri ise “Dürtüler kurulan ilişkilerde kendilerini belli ederler” tümcesinin ötesine geçmez. Kurama göre nesne ilişkileri ya da kendiliğe ya da ilişkilerde simgelenen nesne ve kendilik tasarımlarına dikkat edilmesinin uygulamalardaki önemlerini biliyoruz. Böylece dikkat, ruhsal yapılanmalara çevrilmiş ve intersistemik çatışma kavramına intrasistemik çatışma anlayışı eklenmiştir. Buna karşın ergenlik evresi dürtü taşkınlığını ele almadan anlamak da olası değildir. Böylece adolesanlar nesne ilişkilerinde dürtülerin ihmal edilmesi gibi bir eksiği belirginleştirirler. Psikonörobiologların beyinde dürtülerin varlığını kanıtlamaları kazanımlarından bir tanesidir. Bu kazanım ve adolesanlarda dürtülere daha fazla yer verilmesi gereğini de içerir. Deneyimler dürtüleri göz ardı eden bir yaklaşımın özsevisel ve sevisel özelliklerin algılanmasını zorlaştırdığını gösteriyor.

Örnek
Bir örnekle ergenin “depresyon” u üzerinde durarak, çoğulnedenlilik ve eşzamanlılıktan ne anladığımı belirginleştirmek istiyorum.

Alkolik annesinden mahkeme kararı ile ayrılan ergen hastam Odo, bir görüşmede çökkün ve üzüntülüdür. Aklına hastaneye kaldırılan halası gelir. Halasıysa hastalığına üzüleceği bir kimse değildir. Odo, ardından okulla ilgili çağrışımlar getirir; üzüntüyle derslerindeki başarısızlığını anlatır. Sonrada ülküleştirdiği fizik hocası ile yaşadığı kırgınlık çağrışım sırasında yerini alır.

Çağrışım zincirindeki atlayıcılık dönemin başka bir özelliğidir. Ve bu çağrışımlara dayanarak ergenin “anxiete” ve “depresyonunu” ya da “yasının” nedenlerini anlamak zordur. Çünkü üzüntüsünün halasının hastalığı, derslerindeki başarısızlığı, bilinmeyen bir yaralanması, fizik öğretmenine kırgınlığı, mahkeme kararıyla annesinden ayrılmasıyla ilgili olup olmadığı bilinmez. Depresyonun ne oranda ayrışma süreçlerine dayandığı, ne oranda nesne yitiminden (birincil nesnelerden ) kaynaklandığı anlaşılmaz. Kogan’a göre (……..), ruhsal gelişim bir yitimi de birlikte getirir ve yas bu nedenle gelişim süreçlerini adım adım izler. Odo’nun yasında gelişimle bir bağlantı kurmak da olanaksızdır. Üzüntüsünü çocuksu özlemlerine, yitirilen çocukluğuna dayandırmak da güçtür. Geleceğe yatırım eksikliğinin, &¨dipal nesne yitimlerinin, amaçsızlığın, akran kümesindeki sorunların da bir üzüntü kaynağı olup olmadığı kestirilemez.
Ben Odo‘nun kaygıları, üzüntüsü ya da yasında bu belirleyicilerin çoğunun birlikte ve aynı zamanda etkili olduklarını düşünüyorum. Sorunların iç içeliği işlenme ve çözümlerinde birbirlerine “önce siz buyurun “ deme fırsatını vermiyor. Tümünü birlikte ve aynı zamanda çözüm arayışlarına zorluyor. Benim ergenlerde “çoğulnedenlilik” ile “eşzamanlılıktan” anladığım bu. Belirleyicilerin temelindeki dürt&¨ şiddetlenmesinin itkisel gücünü hepimiz biliyoruz

“Hızlı değişim” sağlıklı bir gelişimde, ergendeki narsisistik tablonun zaman içinde silikleşmesine neden oluyor. Silikleşme bencillik, çıkar, büyüklenme, alınganlık gibi özelliklerin azalması, eşduyum, sevgi, yaratıcılığın artması sonuçlarını veriyor. Kohut’a göre narsisistik nevrozların sağaltımında yaratıcılığın belirmesi iyi bir gidişi işaretler. Değişim ergene ebeveynlerini ya da başkalarını gerçekçi değerlendirme olanaklarını da kazandırıyor. Bakıyorsunuz ebeveynlerini acımasızca eleştiren ya da onları değersizlendiren ergen, hak ve eşitlikle yüklenmiş bir yaklaşımla onların olumlu özelliklerini de unutmadığını belli ediyor. Hak ve eşitlik tutkusunun başlaması, ergen evresinin başka, toplumsallaşmada etkili önemli özellikleri arasındadır. Tutku suçlanmayı arttırıcıdır. Ayrışma ve özerkleşme süreçlerinde olduğu gibi.
Aslında suçlanmanın, acımasız üstbenlikten mi? ya da &¨stbenliğin yapılanmasındaki eksiklikten mi? kaynaklandığı bilinmez. Adolesanlarda ilkel acımasız değerlerin gelişmiş hoşgörülü ilkelerle beraberliği yani üstebenliğin bütünleşememesi, suçlanmanın önemli bir nedenidir. Öte yandan yakınsevi “insest” eğilimleri, ödipal sorunlar, ödipal çatışmalar, adolesanın içinde taşıdığı öfke de suçluluk duygularına neden oluyor. Klasik analistler suçlanmayı direkt masturbasyona bağlarlar. Ben bu nedenlerin hepsinin bazen de aynı zamanda etkili olduğunu düşünmekteyim. Bu nedenle de masturbasyona bunca odaklanmayı anlamamışımdır çoğu kez. Suçlanmaya utanmanın eşlik etmesi, evrede utanma ile suçlanmayı birbirlerinden ayırmayı da zorlaştırır. Bununla da kalmaz, süreçler aynı zamanda artmış motor etkinliklerin de etkisindedirler. Adolesan bir hastam görüşmelerden sonra hastane çevresinde koşarak tur atmayı adet edinmişti. Ertesi görüşmede attığı turların sayılarını da söylerdi gülerek. İkimizde turların sayılarının, bana olan düşkırıklıklarının şiddeti ile doğru orantılı olarak arttığını bilirdik.

Öte yandan hak ve eşitlik tutkusunun ya da eşduyumun, ergendeki sevimliliğin, soluksuz varlığı bile narsisitik nevroz tanısını sorgulamaya yetmelidir. Bu yönüyle “hızlı değişim” , ergen kabarmasını kendini beğenmişlerin kemikleşmiş büyüklenmesinden ayıran, başka bir farklılığıdır. Yazımı okuyan eleştirmenlerim (İlker Özyıldırım ….) çalışmamda ergen özelliklerini gereğinden fazla vurguladığım ve bu vurgulamayla sanki ergenlerde narsistik nevroz olmayacağı izlenimini verdiğim eleştirisinde bulundular. Onlara hak veriyorum. Ergenlerde narsistik nevroz elbette ki vardır. Olanları da şiddetli nevrozlarla hem de prognozları olumsuz en şiddetli olanlarıyla eş tutmak gerekiyor. Nedense kendimi ergenleri kayırırken yakalarım sıklıkla. Bunun nötr bir yaklaşım anlayışına uymadığını ve sakıncalı olduğunun bilincindeyim. Öte yandan eleştirmenlerimin bu kayırma yatkınlığımı anlayacaklarını ummaktayım. Çünkü sakıncalı bulunan bu yaklaşımı ergenler terapistin olumlu özelliklerine katıyorlar genelde. Bu noktada Leyla Hanım‘ın da bu kayıranlardan olması ile avunuyorum. Kernberg’den, Kohut’tan ya da kuramlardan fazla konuşmazdı Leyla Zileli. Amma ergenlerde sıcaklığın hakkını veren, sevginin soluksuz varlığını bile en iyi sezen ve bunu sağaltımda en iyi kullanan bir meslekdaşım olarak saygımı kazanmıştır. O adolesanları benimsemiş terapistlerin, onları kayırmadan yapamayacaklarını bilenlerdendi. Tıpkı Exupery de olduğu gibi:

Exupery’inin Küçük Prens kitabından bir alıntı

İkinci gezegende kendini beğenmiş bir adam yaşıyordu. “ Ah işte bir hayranım geliyor‘ diye sevinçle haykırdı küçük prensi görünce.
Kendini beğenmiş bir insan, herkesin kendisine hayran olduğunu düşünür çünkü.
“ Günaydın‘’, dedi küçük prens. Şapkanız da ne ilginç öyle.
“Halkı selamlamak için uygun bir şapka” dedi adam. Hayranlarımı beni görüp alkışlarken çıkarıp onları selamlayacağım şapkamla. Ama ne yazık ki hiç kimse geçmiyor buralardan. “
“Alkışlamak mı” diye sordu küçük prens. Adamın söylediklerini anlamamıştı. “ İki elini birbirine vuracaksın” diye açıkladı adam. Küçük prens ellerini birbirine vurdu. Adam şapkasını çıkarıp alçakgönüllü bir tavırla selamladı. “ Kraldan daha eğlenceli” diye düşündü küçük prens.
Beş dakika sonra bu tekdüze hareketten sıkılmıştı. “ Şapkanızı aşağı indirmek için ne yapmalıyım” diye sordu. Ama kendini beğenmiş adam onu duymamıştı. Kendini beğenmiş adamlar övgü dışında bir şey duymazlar çünkü.
“Bana gerçekten çok hayranlık duyuyor musun” diye adam küçük prense sordu.
“Hayranlık nedir?”
“Hayranlık demek, beni bu gezegende en yakışıklı, en iyi giyinen, en akıllı kişi olarak görmek demektir”.
“Ama bu gezegende Sizden başka kimse yok ki”
“Hiç fark etmez. Sen yine bana hatırım için hayranlık duyabilirsin”.
“Size hayranlık duyuyorum‘’ dedi küçük prens omuzlarını silkerek. “Fakat bu Sizin için niye bu kadar önemli?”.
Küçük prens bunları söyleyip uzaklaştı. “Büyükler gerçekten çok tuhaf “ diyerek yolcuğunu sürdürdü.

Bu kez de “ tuhaf büyüklerden” olmama aldırmayarak bana döndü “- Beni anlatmak Senin için neden bu kadar önemli?‘’ diye sordu küçük prens. “Şunun için” dedim bir erişkin gibi konuşarak:
Exupery , Kohut‘un narsistik kuramını öğrenme zorluğunu yaşamamış bir kişi. Ondan tam otuz yıl önce öyküsünü yazmış. Buna karşın kendini beğenmişin deskriptiv özellikleri, narsistlerin gereksinim, duyum ve davranışlarına uyuyor. Öncelikle insanları körleştiren ve sağırlaştıran hayranlık tutkusu ile büyüklenmeyi çok güzel yakalamış. Exupery bu başarısını, bir yazarda olguları derinden anlayabilmek için olması gerekli insancıl donanımlarla kazanıyor. Geriliyerek, eşduyum yaparak, sezgilerini kullanarak. Biliyoruz ki terapistlerde sağaltımda aynı donanımlardan yararlanmaktalar.

Kanımca Leyla hanım bu özelliklerini en iyi kullanan bir ustamızdı. O , ayrıntılar ya da kuramlar ötesinde gönlünü kullanarak, insandan insana değer arttırıcı bir ilişki kurmasını hepimizden iyi biliyordu. Bu tür ilişkinin destekleyici etkisini, ergenin böylesi bir ilişki yoluyla geribildirim ya da yorumlara katlanma gücünün arttığını hepimizden önce keşfetmişti.



Semptom nevrozlarının desorganize etkileri (Kernberg)

Kernberg semptom nevrozlarının, “anxiete” ve “depresyonun” desorganize edici, yani ruhsal örgütlenmeyi bozucu etkilerini belirtir. Oysa desorganisationun anxiete ve depresyon dışında, evredeki karmaşa da benliğin örgütleme yetilerini zorlar. Adolesanlar yapılanmış ve örgütlenmiş ruhsal bir yapıyla girmiyorlar ergen evresine. Tam tersine engel çokluğuna karşın, örgütlenebilmek, ergen benliğinin çözümünde zorlandığı görevlerindendir.
Çocukluğun ilkel özdeşleşmeleri, çocuk rolleri, kardeş rolleri, öğrenci rolleri, çocuk üstbenliği, ideal benlik, çekirdek kimlik gibi az çok yapılaşan ruhsal birimler adolesanlarda sorgulanıyorlar. Bu yönüyle fizyolojik olguların taşkınlığı kadar birimlerin sorgulanması, hızlı bir değişimin önemli nedenlerini oluşturuyor. Üstbenlik de bu sorgulamanın etkisindedir. Aynı zamanda sorgulamanın sorumlusu, denetleyicisi konumundadır. Öte yandan az çok yapılanmış birimlerin sorgulanması bir yandan yeni yapılanmayı başlatıyor. Yeni yapılanma süreçlerinin uyum içinde oluşamaması, sorgulanmış ve henüz yapılanmamış birimlerle yapılanmış olanların yanyanalığını getiriyor. Bu yanyanalığı biz şiddetli nevrozlarda da rastlarız. Şöyle: Savunma düzeneklerinin ilkel ve gelişmiş olarak ikiye ayrılmasını Melani Klein başlatmıştır. Buna benzer olarak üstbenliğin ilkel ve acımasız, olgunlaşmış bağışlayıcı işlevlerinden söz edilir. Tıpkı ilişkilerin ikili ve üçlü olarak ayrılması gibi. Kitap üstündeki bu ayırım, öğelerin birbirlerinden keskin sınırla ayrı bulundukları izlenimini verirler. Şiddetli nevrozlularda bu ayrıma rastlamak güçtür. Gözlemler, şiddetli nevrozlularda “hem” , “hem de” kuralının geçerli olduğunu gösterir. Yani hem ilkel hem de gelişmiş öğelerin yanyanalığını. Bunların nedeni olduğu karmaşa ergenlerdeki karmaşaya benzerlikler gösterir.

Değişim ve yeniden yapılanma süreçleri çoğulnedenlidirler. Eşzamanlı ve hızlı bir çözüme güdülenmişlerdir. Çoğulnedenlilik, eşzamanlı ve hızlı bir çözüme güdüleniş süreçlerin sıra ve düzenini bozuyor, çelişki ve karışıklığa neden oluyor. Süregiden ayrışma süreçleri, yeniden etkinleşen pregenital ve genital sorunlar, şiddetlenen dürtüler, motor etkinliğin artması, üstbenliğin değişim ve yeniden yapılanması bu nedenlerin birkaçıdır. Bunlara;
Çocuklukta içselleştirilen rollerin, değerlerin, ülkülerin, yasakların irdelenmesi, yeni roller ve değerlerin kazanılması, yeni rollerle özdeşleşme işlemleri katılır. Karşı cinsle ilişkileri kurmak, cinsel kimliğini bulmak da bunlara eşlik ederler.
Bu işlem çokluğunun bir karmaşaya neden olmaması olanaksızdır. Bu nedenle semptom nevrozlarının yani şiddetli anxiete ve depresyonun desorganize etkilerini, zaten var olan bir örgütsüzlüğün şiddetlendirilmesi diye anlamak istiyorum.



Çocuklarda Narsisitik Kişilik Bozuklukları

Pauline Kernberg ( 2000/2001 S. 95/97) çocuklarda “ narsistik kişilik bozukluğu” tanısını koyarken DSM -IV deki erişkin narsistik deskriptiv özelliklerini kullanır. Bu arada hastalığa aile psikopatolojisinin etkisini yeterince belirtmemekte, çocukların narsistik özelliklerinde aile dinamiğinin yankılandığı, bu sürecin ayrışmamış çocuklarda daha şiddetlendiği gerçeğine uzak durmaktadır. O daha çok narsistik ilişkiler üzerine durur.
Bayan Kernberg’in narsistik çocuklar da ailelerin başarıya odaklanmış etkinlikleri destekledikleri amma onların özerkleşme süreçlerine aldırmadıklarına işaret etmesi elbetteki yararlıdır. Onun reelkendilik/idealkendilik/idealnesne alaşımı gibi erişkin narsistik nevrozunun temel nedenini çocuklara uyarlamasını ise en iyi niyetimizle bile anlayamıyoruz. Çocukların narsisitik özellikler göstermesi, ailedeki narsisistik sorunların uzantısıdır aslında. Ayrışma süreçlerinin çözülmediği, ikili ve bütüncül ilişkilerin egemen olduğu bir evrede aile psikopatolojisinin çocuklarda da simgelenmesi ve benzer bir psikopatolojiye neden olması kaçınılmazdır. Bu psikopatolojiyi çocuklar içselleştiriyor. Suçlanmayı ve suçlayıcı bir üstbenliği içselleştirdikleri gibi. Çocuklarını kendilik nesnesi olarak gören ve davranan ailelerde etkinin daha da şiddetlendiğini düşünmek yanlış sayılmamalıdır. Aynı psikopatolojinin ebeveynlerden çok çocuklar da daha kolay semptoma dönüştüğünü deneyimler bize öğretmektedir. Böylesi durumlarda çocuklar semptom taşıyıcısı görevini üstleniyorlar. Amma çocuklar başka görevleri de üstleniyorlar. İkili ilişkiler ve ayrışmamışlık bu görevleri &∓¨stlenmeyi kolaylaştırıyor. Ne yazık ki küçük adamın üstleneceği görevler çok. Aile bağlarının bu kadar yakın, aile dinamiğinin bu kadar etkin olduğu bir evrede çocuklarda “narsisisitk kişilik bozuklukları” tanısının konulması bizi biraz şaşırtıyor.
Bu nedenle ergende “narsisistik nevroz” (O. Kernberg), “çocuklarda narsisistik kişilik bozuklukları (P.Kernberg) tanısını koymak zordur. Erişkinlerdeki narsisistik &¨zelliklerin tümüyle çocuğa aktarılması ve çocuklarda narsisistik kişilik bozukluklarından söz edilmesini de anlamak zordur. Freud çocuklarda ve ilkel kavimlerin tümgüçlülüğüne ilk işaret edendir. Bu tümgüçlülüğün ya da tümgüçlülüğün ardıllarının narsistik nevrozlardan ayırmanın başka bir zorluğunu oluşturur.

Ergenlerde konulacak tanının geçiciliğini ihmal etmek, çocuklardaysa “ “çocuk hasta ise bu çocuğun hasalığıdır” kuralını, hastalık “ebeveynin mi? “ yoksa “çocuğun mu?” ?” sorusunu ıskalamak daha baştan tanısal ve sağaltımsal yanlışlara neden olabiliyor. Almanya‘da hakim kararı ile ailesinden bir sağaltım merkezine aldığımız çocukları, örneğin Odo’yu burada anımsıyorum. Ayırmanın hakimin kararını etkileyecek nedenleri, ayırmanın olumlu etkileri bu varsayımımızı doğrular niteliktedir.



Sondeyiş

Ben, Leyla Zileli’nin bu zor sağaltımdaki başarısını yakınımdan biliyorum. Leyla Zileli‘)in bu özelliklerini, izlediğim guruplarından ve en çok da yakınımdan öğrendim. Konumu seçmemin nedeni de bu. Leyla Zileli’den gençlere yönelik sevgisinin sağaltımda önemli bir rol oynadığını da biliyorum. Bilmekteyim ki Leyla hanım tarafından onaylanmak, önemsenmek hatta sevilmek gençleri de olumlu etkiliyor, onlara yaşam kıvancı veriyordu. Güç veriyordu.
Bu yaklaşım Ferency’nin “ ruhsal sağaltımda en belirleyici etmenin sevgi olduğu” görüşünü doğrular bir yanıyla. Ama bu yaklaşımında ben, Leyla Hanım‘ın bizlere “--bırakın Siz şu ayrıntılara saplanmayı ”, daha açıkçası “bırakın şu kuramları ”, sağalttığınız kişi ile birbirinizi onaylayıcı, birbirinizin önemini arttırıcı bir iletişim sağlamaya çalışın” diyen güçlü sesini de işitirim. Ses bana From’un sevgiyi “iki kişinin bireyselliği tanıyan ama değer arttırıcı bir beraberliğidir” deyişini çağrıştırıyor.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. Küçük Prens ve Leyla Hanım‘ın sevgilerini iletiyorum.

 

Ergenlerde Sevi Özsevi
Doç. Dr. Celal Odağ

Çalışmam Dr. Leyla Zileli’ye adanmıştır.

 

¨

¸¨¨ ∓